7 Aralık 2009 Pazartesi

ÇOK GÜZEL HAREKETLER BUNLAR

Geçen günlerde Çorum Belediye Başkanı Sayın Muzaffer Külcü’nün teşvikiyle iktidar ve muhalefet patilerinin ve de belediye meclis üyelerinin bir akşam yemeğinde buluştuğunu okudum çok sevindim.
Sizlerinde bildiği gibi bu, çok görmeye alışık olmadığımız bir hadise ülkemizde. Yemeğe katılan tüm siyasîlerimize teşekkür ediyorum bu örnek davranışları için. Kim bilir belki mensup oldukları siyasi partilerin liderleri de bir akşam yemeğinde buluşurlar ve ülkemiz için nasıl daha fazla katkı sağlayacaklarını tartışabilirler, kimileri için bu ütopik bir söylem olsa da gelecek günün neler getireceğini bilemeyeceğimiz için bu konuyu daha fazla uzatmak istemiyorum. Çorumdaki o güzel akşama dönecek olursak; Sayın Muzaffer Külcünün sözleriyle devam etmek istiyorum. Dostluk rüzgârlarının estiği akşam yemeği öncesinde açıklamalar yapılmış külcü ‘’belediye meclis üyelerinin çorum için çalıştığını ve tek amaçlarının daha huzurlu ve yaşanabilir bir çorum olduğunu’’ söylemiş.
Sayın başkanın söyledikleri elbette bu kadar değil ancak yazımda bu kadarına yer vermek istiyorum, çünkü yazımla alâkalı olan kısmı tam olarak burası. Söylem çok güzel daha huzurlu ve yaşanabilir Çorum. Peki; ben size sormak istiyorum: Çorum nasıl daha huzurlu ve yaşanabilir hale gelir? İnsanları daha bilgili, entelektüel birikimi olan, internet kullanımını artmış, sürekli paneller/konferanslar düzenlenen, düşüncesini her ortamda rahatlıkla dile getirebilen ve diğerlerinin de görüşlerine saygı duymayı düstur edinmiş kişiler, her saniye bir şeyler öğrenme çabası içinde olan insanlar gerekli değil mi Çorum’un huzurlu ve yaşanabilir hale gelmesi için.
Peki, ben size tekrar soruyorum: Çorum halkının bu söylediklerimi yapabileceği bir yer biliyor musunuz? Çorum sınırları dâhilinde Ben bilmiyorum.
Şu durum karşısında sizden, tüm Çorum halkı adına bir kültür merkezi istiyorum sayın başkanım. Bu kültür merkezi hakkında da birkaç naçizane fikrimi dile getirmek isterim: burası öyle bir yer olma ki içinde her çeşit kitap, doküman, akademik yazı bulunan (Hitit üniversitesi öğrencilerinin kaynak bulmakta zorlandıkları aşikâr) bir kütüphane ayrıca her türlü panel/konferans düzenlemesini kaldırabilecek büyüklükte bir salon, en son teknolojilere sahip bilgisayarlarla bir internet erişim merkezi olmalı. O yemekte ’de Sayın Tufan Köse’nin söylediği gibi insanlar yaptıkları kadar yapmadıkları ile de mesul ve hesap vermek zorunda. Siz o koltuğu bir başkasına devrettiğinizde eğer Çorum için bu büyük ve zor işi başarmışsanız insanlar sizi hayırla yâd edeceklerdir

14 Eylül 2009 Pazartesi

nedir bu demokratik açılım?


Türkiye’nin gündemini aylardır meşgul eden ‘Demokratik açılım ‘ hakkında bir iki kelam da ben edeyim istedim. Demokratik açılım dedikleri şey bazı kesimlere göre şuana kadar eksiksiz gidiyor, bazılarına göre ise; içinde ne olduğu belli olmayan bir karakutu.Aslında bunun (demokratik açılımın) amacı belli: ülkemizde yaşayan tüm yurttaşlarımızın eşit olması, kendi kendinize şu soruyu soruyor olabilirsiniz: ‘’Devlet Kürtlere hangi hakkı vermemiş? Neden böyle bir şeye gerek duyuldu?’’ bunun cevabını da vermek isterim şöyleki; tamam Kürt vatandaşlarımız hemen hemen devletin tüm olanaklarına sahipler ancak, hepsine değil.Mesela bir insanın eğitim alma hakkı elinden alınamaz fakat bu insan anadilinde eğitim görmek istiyorsa devlet bu talebi karşılamak zorundadır eğer karşılamıyor ise bu o vatandaşlara verdiği değeri gösterir ve de diğer vatandaşlarla aynı haklara sahip olmadığının bir göstergesidir.
İki, devletin resmi bir dili vardır evet ama bu resmi dilin yanında konuşulan onlarca dilde vardır, bir kişi resmi dilin yanında kendi dilini konuşma hakkına sahiptir ve devlet bu olanağı sağlamak mecburiyetindedir(bunun güzel örneği ABD’de görülmektedir, ABD’de İngilizce resmi dildir ama onun yanında İspanyolca gibi vs. dillerde konuşulmaktadır) bu devletin yapısına bir zarar vermemektedir.
Üç, Türk vatandaşı yerine ‘’Türkiye vatandaşı’’ kullanmak daha mantıklıdır çünkü; Türk olmayan bir insan ben Türk’üm demek yerine’’ ben Kürt asıllı Türkiye vatandaşıyım ‘’ diyebilmelidir bu da devletin yapısına zarar vermemektedir(bazılarına göre bu anayasamıza ters düşmektedir fakat şöyle düşündüğümüzde bana hak vereceğinizi düşünüyorum biz hala 1982 darbe anayasası ile yönetiliyoruz yani; bu anayasa çoktan miadını doldurmuştur ve yeni sivil bir anayasa üretilmesi elzemdir!)
Dört, dağdaki askerimizinde onlara silah doğrultanlarında aynı ülkenin vatandaşı olduğunu düşünür ve değerlendirme yaparsak; bu ülkede herkesin barış, huzur, güven ve refah içinde yaşamaya hakkı vardır.
Şimdi ben size soruyorum: hala Türkiye topraklarında yaşayan herkesin eşit şartlara sahip olduğunu düşünüyor musunuz?

3 Temmuz 2009 Cuma

oyuna geldik ey halkım!


Yıl 1960 halk iradesi kendini ilk defa Demokrat Parti’de göstermeye başlamıştı. Bir tarafta Jakoben yaptırımlar içinde bulunan milli şef önderliğinde CHP, bir tarafta çiftçiye destek veren, Kıbrıs’ı dert edinmiş bir siyasi iktidar iş başındaydı ayrıca yurt dışından yatırımlar yapılmaya başlanmış, fabrikalar kurulmaya, iş gücü artırılmaya başlanmıştı. Her şey yolunda gibi gözüküyordu. Elbette ki bu güzel gidişattan rahatsız hem içerde hem dışarıda gruplar vardı. Bu rahatsızlık ilerideki bir darbenin habercisiydi. Darbe söylentileri ortada dolaşıyor ancak Demokrat Parti’den ilk önce vekil sonra da Başbakan olmuş Adnan Menderes söylentilere hiç kulak asmıyor ‘biz halkın oylarıyla iş başına geldik halkın oylarıyla da gideriz ayrıca darbe gerektirecek hiçbir faaliyet yapmadık’ diyordu. Bu kulak asmaz tavır menderes’in başına dert olacaktı. Bu olayların üstünden çok geçmeden takvimler 27 Mayısı gösterirken insanları Radyoların başına çağıran tok sesli asker Alparslan Türkeş olacaktı. Alparslan Türkeş okuduğu bildiride ‘sevgili vatandaşlar dün gece yarısından itibaren tüm Türkiye’de hava, kara Türk silahlı kuvvetleri elele vererek memleketin idaresini ele almıştır. Bu hareket silahlı kuvvetlerimizin müşterek işbirliği sayesinde kansız başarılmıştır’ diyordu. Peki ya sonrası…
Tabii ki siyaset yapması için hiçbir gerekçe olmayan askeri güç idareyi ilk defa ele almış olmanın heyecanı ile darbeden sonrası için hiçbir plan yapmamıştı. Gazeteler ise gelene ağam gidene paşam zihniyetiyle manşetler atıyor askeriye’ye ‘neredeydiniz siz?’ demeye getiriyordu lafı. Anayasa değiştirilmiş demokrat partilileri yargılayabilecek maddeler konulmuştu.tüm demokrat partililer Yassıda’ya götürülmüş,1metrekarelik hücrelerde tutuluyordu hiçbiri akıbetlerinin sonunu bilmiyordu.
Bazı vekiller beraat etmiş bazı vekiller ömür boyu hapsedilmiş ve Başbakan Adnan Menderes, Maliye bakanı Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu idama mahkûm edilmişti. Bu kime revadır? Hangi devlet başbakanını, bakanını asmıştır?
Yıl 1980… bu yıl o kadar önemlidir ki çoğu şey bu yılda başlamış, çoğu şey ise bu dönemde son bulmuştur. Hatta 1980 öncesi ve sonrası diye ayrışmalar dahi olmuştur bazı mefhumlarda. Türkiye’nin 1960 ta yarım kalan demokrasi macerası bu yıl bir kez daha, yapmacık senaryolarla sekteye uğratılacaktı. Uğratılacaktı diyorum çünkü bu senaryolar Türk senaristler tarafından yazılmamıştı. Bu sefer ki darbeyi yapacak başrol oyuncuları bundan haberdar mıydı? Değil miydi? Bilemem ancak bu sefer ki senaryo 1960takine göre daha profesyonel yazılmıştı, darbe öncesi, sonrası, darbe saatlerindeki her adım planlıydı. Bu planların içinde birkaç tane şehir günah keçisi seçilmişti….
Ve sizinde bildiğiniz gibi bu şehirlerden birisi de Anadolu’nun minik, sevimli, insanları barış ve huzur içinde yaşayan ÇORUM’DU. Sivas ve Kahramanmaraş’taki senaryo’nun aynısı Çorum’da da uygulanıyordu. Önce alevi mahallerine, dükkânlarına saldırılar, talan etmeler başladı. İlk bilanço 4 kişi ölmüş 100’lerce işyeri tahrif edilmişti. Korku ve kin 2’ye bölmüştü. Solcu ve aleviler kendi bölgelerine, sağcı ve Sünni’ler kendi bölgelerine çekildiler. ortalık savaş alanından farkız hale gelmişti barikatlar kurulmuş mermiler tabancalara çoktan sürülmüştü. Ve bir yalan daha Alaeddin ‘camii bombalandı’, yalanın etkili olması için belediye hoparlörleri kullanılmış, tüm şehre yalan hakim olmuştu. Bunun üzerine eli silahlı gruplar birbirinin boşluğunu arıyor ve sık sık çatışmalar baş gösteriyordu. Birçok evin kapısına kimin neden yaptığı anlaşılamayan işaretler konulmuş,halkı tahrik etmek,yaşanılan iç savaşı daha da körüklemek için her şey yapılıyordu.darbe filmindeki başrol oyuncuları ‘sizi bu durumdan ancak biz kurtarırız’ demeye getiriyordu lafı.ve öyle de oldu emellerine ulaştılar,Kayseri’den hava indirme tugayı Çorum’umuza girmişti,jetler alçak uçuş yapıyor halkı sindirmeye çalışıyordu.hiç kimse ne asker’e ne polis’e güveniyordu.velhasıl ordu şehir’deki tüm ayaklanmaları bir şekilde bastırdı olaylar son buldu. Sokağa çıkma yasağı ilan edildi. bilanço tüm ülke için çok ağırdı. Sayısız insan katledilmiş, binlerce işyeri-ev-kamu alanı talan edilmişti.
Bu ülke’nin Askeri yine siyasete karışmış, anayasa yapmış büyük makamlara kendilerini getirmişlerdi. Gün o gündür Asker kendi işinden başka şeylerle uğraşır.
Şimdi bu olaylardan ders çıkarma zamanı ey Çorum halkı. Bütün kirli çamaşırlar ortaya çıktı. Oyuna geldik, kardeşi kardeşe vurdurdular kim kazandı? Kim kaybetti?
Şimdi birbirimizle diyalog zamanı, şimdi aradaki bağları tekrardan güçlendirme zamanı çünkü biz zaten bir arada barış, hoşgörü, diyalog içinde yaşıyorduk bizi kendi oyunlarına alet ettiler.
Bu çağrı’ya kulak verelim lütfen…

2 Temmuz 2009 Perşembe

BU NE HIZ ALBAYIM!

Albay Dursun Çiçek 14. Ağır Ceza mahkemesince TCK’n un 312. Maddesinde yer alan ‘cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek’ suçundan 18. Saat önce 2’ye 1 oyla tutuklanmıştı. Ancak ‘bizim çocuklar’ boş durur mu? Hemen İstanbul adalet komisyonu Başkanlığı 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ne yeni bir üye görevlendirdi ve Türkiye yeni bir fiyasko’ya daha imza attı. Tutukluğunun üstünden 24 saat geçmeden serbest bırak(tır)ıldı. Millet iradesine tahammül gösteremeyen insanlar yeri gelir muhtıra verir, yeri gelir andıç hazırlar, yeri gelir darbe yapar gerekirse Başbakanı’nı dahi darağacına çıkarır ve gerekçe olarak ta demokrasi’nin sağlam temellere sahip olması gerektiğini söyler. Bizde yedik bunu. Bu vatanın asıl sahibi olduğu zannedenler size sesleniyorum: Yaptığınız darbeler geride kaldı artık, bu halkı ne darbe tehdidi ile korkutabilirsiniz ne de muhtıralar ile. Bu millet artık demokrasi yolundaki yokuşları tırmanmaya çoktan başladı. Eğer demokrasi’ye katkıda bulunmak istiyorsanız:
1.’si verdiğimiz vergiler ile aldığınız silahları bize doğrultmayı aklınızdan bile geçirmeyin.
2.’si halk iradesine saygı göstermeyi öğrenin ve öyle ikide bir kağıt parçaları karşımıza çıkmayın.
Kısacası sadece görevinizi yapın
Bu söylediklerim çok zor şeyler değil gerçekten. Sizlerin görevi yukarıda yazan maddeleri yapmak değil bunu unutmayın lütfen.
Güzel Türkiye’mde ki hukuk ve yargı sistemi keşke Toroslar kadar sağlam olsa, oralardan faydalandıkça içimiz açılsa, oralarda bulunduğumuz sürece güven içinde olsak ve oralarda görevli olanların bağımsız ve objektif olduğuna inanabilsek ne güzel olurdu değil mi?

24 Haziran 2009 Çarşamba

ÇIKARIN BELGELERİ SINAV İPTAL!

Türkiye’nin veriyor olduğu demokrasi sınavında siyasi irade sınıfta kalacakken, bir bakıyorsunuz ki sınava çalışmamış ve diğer arkadaşlarının çalışmasını da engellemiş olan askeriye sınavın ertelenmesine sebebiyet veriyor. Nasıl mı? Sınava çalışmadan giren askeriye hazırladığı demokrasi kitabında yeri olmayan yanlış kopyalar ve sivil irade’ye darbe vurma belgeleri ile yakalanınca olanlar oluyor. İktidar partisini yok etme planları,%90 ı Müslüman olan, ayrıca insanların din ve vicdan özgürlüğü yasalar kapsamında güvence altına alınmış milletimize karşı sözde! İrticai faaliyet suçu ile andıçlar havada uçuşuyor. Şu an iktidarda bulunan Ak parti demokrasi sınavına tekrardan bir göz atarak girecek gibi görünüyor Başbakan Erdoğan’ın AB büyükelçilerine verdiği yemekten ve o yemek sırasında yaptığı açıklamalardan. Peki, Recep Tayyip Erdoğan isabetli konulara mı çalışıyor? İsterseniz bir göz atalım siyasi iktidarın çalıştığı konuya.
Aslında bu sınav birkaç sorudan oluşuyor ve sınava girecek olan da sınavın sonucunu bekleyen velilerde (medya ve bizler) bunu biliyoruz. Sınavda çıkacak sorular da cevapları da basit aslında. (Ben olsam bu soruları sorardım).
Soru1:Demokrasi’nin hâkim olduğu bir ülke’de ordu siyaset yapar mı? Ordunun siyasete karıştığı bir ülke örnek veriniz
Soru 2: Demokrasinin hâkim olduğu bir ülkenin Albayının, yarbayının evinden veyahut ofisinden darbe planları, iktidarı yok etme belgeleri çıkar mı?
Soru3:Yukarıda adı geçen belgelerin kol gezdiği bir ülkenin AB reformu yapmış olduğu ve yapmamış olduğu hallerini tasvir ediniz.
İsterseniz bu soruları sizlerde yanıtlayabilirsiniz. Bu soruları doğru yanıtladığınızda nasıl bir Türkiye şablonunun kafanızda yer ettiğini görür gibiyim. Hem sizlere hem sınavı verecek olanlara başarılar dilerim…

ÇIKARIN BELGELERİ SINAV İPTAL!

Türkiye’nin veriyor olduğu demokrasi sınavında siyasi irade sınıfta kalacakken, bir bakıyorsunuz ki sınava çalışmamış ve diğer arkadaşlarının çalışmasını da engellemiş olan askeriye sınavın ertelenmesine sebebiyet veriyor. Nasıl mı? Sınava çalışmadan giren askeriye hazırladığı demokrasi kitabında yeri olmayan yanlış kopyalar ve sivil irade’ye darbe vurma belgeleri ile yakalanınca olanlar oluyor. İktidar partisini yok etme planları,%90 ı Müslüman olan, ayrıca insanların din ve vicdan özgürlüğü yasalar kapsamında güvence altına alınmış milletimize karşı sözde! İrticai faaliyet suçu ile andıçlar havada uçuşuyor. Şu an iktidarda bulunan Ak parti demokrasi sınavına tekrardan bir göz atarak girecek gibi görünüyor Başbakan Erdoğan’ın AB büyükelçilerine verdiği yemekten ve o yemek sırasında yaptığı açıklamalardan. Peki, Recep Tayyip Erdoğan isabetli konulara mı çalışıyor? İsterseniz bir göz atalım siyasi iktidarın çalıştığı konuya.
Aslında bu sınav birkaç sorudan oluşuyor ve sınava girecek olan da sınavın sonucunu bekleyen velilerde (medya ve bizler) bunu biliyoruz. Sınavda çıkacak sorular da cevapları da basit aslında. (Ben olsam bu soruları sorardım).
Soru1:Demokrasi’nin hâkim olduğu bir ülke’de ordu siyaset yapar mı? Ordunun siyasete karıştığı bir ülke örnek veriniz
Soru 2: Demokrasinin hâkim olduğu bir ülkenin Albayının, yarbayının evinden veyahut ofisinden darbe planları, iktidarı yok etme belgeleri çıkar mı?
Soru3:Yukarıda adı geçen belgelerin kol gezdiği bir ülkenin AB reformu yapmış olduğu ve yapmamış olduğu hallerini tasvir ediniz.
İsterseniz bu soruları sizlerde yanıtlayabilirsiniz. Bu soruları doğru yanıtladığınızda nasıl bir Türkiye şablonunun kafanızda yer ettiğini görür gibiyim. Hem sizlere hem sınavı verecek olanlara başarılar dilerim…

9 Haziran 2009 Salı

YÖNETİCİ FİGEN’İN TAHAMMÜLSÜZLÜĞÜ
Figen kim mi?
İzmir’de bir apartman yöneticisi. Onu benim köşemde misafir etmek, hele hele böyle misafir etmek istemezdim ancak ne yaparsınız ki Figen’in misafirpersizliği onu burada pek hoş olmasa da misafir etmeme sebebiyet vermiştir. E siz şimdi konuyu da merak etmişsinizdir onu da hemen açıklayım: hemşerim Çorumlu Naki Seriner 2002 yılında göç ettiği Çeşme’de güvenlik görevlisi olarak çalışıyordu. Çocuklarının okul problemi sonucu geçen sene İzmir merkeze taşındı ve 4 Ağustos’ta Öz-Ter apartmanında hizmetli olarak işe başladı.Sanırım buraya kadar her şey normal bir seyir içinde ancak birazdan nakledeceğim bilgiler kanınızı donduracak seviyede onun için çocuklarınıza bu yazıyı lütfen okutmayın (+13).Yalnız garip olan yönetici Figen’in Naki Seriner ile yapmış olduğu iş taahhütnamesi bu taahhütname’de bir Türkiye gerçeği var ki sormayın gitsin.Yönetici Figen hanım Naki Seriner ile yaptığı bu taahhütnameye kılık kıyafet reformunu zedeleyici maddeler eklemiş, bunların başında ‘kendisi,eşi ve çocukları takke,şalvar,takunya ve kötü terlikle dolaşamaz(bununla da yetinmemiş) eşi ve kızları siyasi simge haline getirilen! Türban ve benzerlerini kullanamaz’ demiş. Şimdi ben size soruyorum Figen hanımın yaptığı nedir? A)tahammülsüzlük B)inanç özgürlüğüne saldırı C)laikliğin elden gittiği bir ülke’de Atatürk ilke ve inkılaplarını savunmaya çalışmak
Sormuş olduğum sorunun cevabını size bırakıyorum. Ancak şunu söylemeliyim ki yapmış olduğu taahhütname İş Kanunu’nun ‘eşit davranma ilkesi’ dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç din, mezhep ve benzeri sebeplere dayalı ayrım yapılmasını yasaklıyor yani Figen’e bu yaptığı pahalıya patlayacağa benziyor…

21 Mayıs 2009 Perşembe

Ellerine sağlık

Ellerine saglık!
Tek partili dönemden halk zarar görmüş, yorgun ve biçare kendilerini jakobenleşmiş siyasete alet olmaktan kurtaracak birini bekliyordu. İşte güzel Türkiyemin demokrasi kıvılcımı bu zamanda yanacaktı. jakoben yaklaşımlarını sürdüren CHP’de beklenmedik bir şekilde iç muhalefet dalgası patlak verdi. Başını Celal Bayar ,Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan’ın çektiği grup tarihe ‘’dörtlü tahrir’’diye geçen önergesini CHP grubuna sundu.Bu önerge partiyi liberal bir çizgiye çekme çağrısıydı.Bu önerge’de özetle ‘Anayasa’nın demokratikleşmesi, seçimlerin serbest yapılmasının sağlanması,CHP tüzüğündeki demokratik olmayan maddelerin kaldırılması isteniyordu.Fakat bu girişim Milli şef’in sert tepkisiyle karşılaştı.Parti’den önce Menderes ve Köprülü sonrasında ihraç olayına tepki veren Koraltan partiden atıldı!dörtlü tahrir’e imza koyan diğer isim Celal Bayar ise arkadaşlarını yalnız bırakmamak için milletvekilliğinden de CHP den de istifa etti. Çok geçmeden tarihler 7 Ocak 1946’yı gösterdiğinde o demokrasi kıvılcımı artık bir alev topuna dönüşeceğinin sinyallerini veriyordu artık güzel Türkiye’m demokrat bir partiye sahipti(DP).Demokrat Parti’nin 80 maddelik tüzüğünde partiyi kurma gerekçesi olarak ilk sırayı şu madde alıyordu: DP, Türkiye Cumhuriyetinde demokrasinin geniş ve ileri bir anlayışla gerçekleşmesine ve genel siyasetin demokratik bir görüş ve zihniyetle yürütülmesine hizmet maksadıyla kurulmuştur.
Evet, 14 yıllık ömrü boyunca da öyle oldu halk iradesini hiçe saymadan yaptığı çalışmalar ile de bunu kanıtlamıştır. Güzel Türkiye’mizin daha güzel daha verimli olmasına çalıştı demokrat partili vekiller ve yöneticiler. Nasıl mı?
Sanırım şöyle başlayabiliriz birkaç çalışmalarından bahsetmeye; Takvimler 17 Haziran 1950’yi gösterdiğinde artık Arapça ezan okuma yasağı kalkmış ‘millet iradesi’ tecelli etmişti. Ayrıca okullarda din dersi konulması ve radyolarda dini yayın yapma yasağının kaldırılması da yine demokrat parti döneminde olmuştur. DP iktidarının ilk dönemindeki ekonomik canlanma kayda değerdir. Özel sektör büyümüştür. Gerek devlet gerekse serbest piyasada patlama yaşandı.
Şahsi kanaatim olarak bunlar dahi demokrat partinin Vizyon partisi olduğunun göstergesidir. Ancak Takvimler 27 Mayıs 1960’ı gösterdiğinde sabaha karşı radyodan ordunun iktidara el koyduğu açıklandı. Okunan bildiride kendilerini kurtarıcı olarak gören bir grup subay, sivil idareye el koyduğunu duyuruyor, demokrasinin kurtuluşu için! Böyle bir teşebbüste bulunulduğunu söylüyordu. Ordunun sivil idareye el koymasının gerekçesi ise çok ilginçti gerekçe şuydu: ülkeyi baskı rejiminden kurtarmak, kardeş kavgasını sona erdirmek idi. Gelinen noktaya bakın ki suni kavgalar ortaya çıkarılmış ve darbe sonrasında ise suni olması hasebiyle bıçak gibi kesilmişlerdi.
Ve tarihler Mayıs 2009’u gösterdiğinde demokrat parti genel başkanlığına milli birlik komitesinde Adnan Menderes’in avukatı olmakla övünen ancak bir Ergenekon destekçisinin yardımı ile başa gelebilmiş bir Hüsamettin Cindoruk var karşımızda. Daha dün geçen aylarda eski genel başkan ve geçen kongrede başkan adayı olan Süleyman Soylu’nunda belirtmiş olduğu gibi: Ergenekoncular partiyi ele geçirdi ve buna kimse engel olmadı veyahut olamadı.genel başkan Hüsamettin cindoruk olduğundan beri parti’de istifaların haddi hesabı yok. En son olarak partiden ayrılan Adnan menderes’in oğlu Aydın Menderes oldu. Ayrılırken söyledikleri hemen hemen şöyleydi: Cindoruk gidene kadar yokum !!!
Ahh Adnan menderes ahh halkın iyiliği, refahı için kurduğun parti nelere alet ediliyor kemiklerin sızlıyordur eminim. Allah rahmet eylesin. Seni mezarında dört döndürenler de rahat yatamasın o 1.5 m yerde.
Durun durun şuan 3-5 yıl önceki bir şarkı çalındı kulağıma sanki şarkının sözleri şöyleydi: ellerine sağlık hadi durma kutla bu zafer senin yüreğine sağlık yalan dünya’nda tek zaferin onu kaybetmek onu kirletmek hırsınla süslemek
O zaman bu şarkı ergene-kondu-rul-a-mayan hatta aktif siyasette olmamasına rağmen ancak kankasını DP’ye genel başkan yapan yüce! Şahsiyete gelsin…

27 Şubat 2009 Cuma

İkinci Cumhuriyet düşüncesi gerçek mi oluyor derken…
Tam, ülkede demokrasi yandaşı insanlar artıyorken,82 darbe anayasasından kurtulacak ve de TRT şeş Kürtçe yayın yapmaya başlamışken, Genç Siviller öncülüğünde biraz da biz Kürt olalım derken ,Ahmet Türk dün grup toplantısında DTP’li milletvekillerine Kürtçe seslendi ya da anadilini konuştu da diyebiliriz.vatandaşlarına anadilinde yayın yapan bir TV sunan(TRT Şeş/Kürtçe) ,alevi vatandaşları din dersinden muaf tutan, üniversitesinde Kürt dili ve edebiyatı bölümünü faaliyete geçiren devlet,‘bilinmeyen dil’ olarak vasıflandırdığı bin yıllık geçmişimiz olan Kürtlerin anadilinde yayın yapmayı başka kamu televizyonunda dahi yasaklamış olmalı ki Ahmet Türk konuşmasına başladıktan bir süre sonra yayın kesildi.neden bir süre sonra?çünkü konuşmasına Türkçe olarak başlamıştı.Ahmet Türk’ün bu davranışını seçim propagandası olarak değerlendirenler oldu elbette ama bunun öyle olup olmadığını bir tarafa bırakmak istiyorum ve her şey yolunda gidiyor gibi görünürken medyanın da katkısı ile yukarıda saydığım güzellikleri gerçekleştirmeye çalışan AKP hükümeti genel başkanı sayın Recep Tayyip Erdoğan dahi bu provakatif yayınların etkisinde kalmış görünüyordu vermiş olduğu demeçlerde.sanki o başbakan Davostaki kükremiş olan başbakan değildi.milliyetçi hareket partisinden gelen açıklamalar beni hiç ama hiç şaşırtmamıştı nedense diyorlardı ki:şimdi mecliste Kürtçe konuşursa daha sonra anadillerinde eğitim görmeyi de isterler.bu cümleleri duyduktan sonra ‘yuh!’ deme gereği duydum ama yinede çok görmedim milliyetçi hareket partisine.insanların anadilinde konuşmasına,anadilinde eğitim görmesinde ne gibi bir sakınca olabilir ki ama ben neden uğraşıyorum onlara derdimi anlatmaya onlar nasıl olsa anlamayamayacaklar benim/bizim derdimizi

23 Şubat 2009 Pazartesi

ve kılıçdaroğlu gerçeği...

Kılıçdaroğlu 1992 yılında karla devraldığı SSKyı mahvetti ve bizlere 7 ylda nasıl batırılır? rant nasıl sağlanır hakkında ders verdi.Tabiki o günlerden bu günleri görmek zor olmalı ki Kılıçtaroğlu bugün birçok kişiye atıp tutarken kendi yaptıklarının ortaya çıkacağını hiç hesap etmemiş olmalı.Kılıçtaroğlu İstanbul'a nazaran daha küçük olna bir kurumda dahi bunları yapmışken biz ona İstanbul'u nasıl emanet edelim?Görünen köy kılavuzmu istermiş canım.Amacım Topbaş'ın sütten çkmış ak kaşık olduğunu söylemek değil,amacık Kılıçtaroğlunun birçok belgeyle çıkıp düello yaparken kendisinin yapmış olduğu yolsuzlukların,sağladığı rantların bir gün ortaya çıkmış olmasıdır.Bazıları Kılıçtaroğlunun yapmış olduğu belgeli düelloları izlerken 'vay be ne adammış görüyormusun nasıl ortaya çıkardı şunların foyaını ortaya vallahi helal olsun işte beöyle insanlar lazım bize'gibi cümleler kurduklarını düşünüyorum ve o insanlara 'gördünüz mü Kılıçtaroğluda o kadar masum deyilmiş.o(Kılıçtaroğlu)SSK'
nın başındayken kurum 7 yılda2.4 milyar TL zarar etti.Kim gördü bu zararı????Sen ben... EEE hala Kılıçtaroğlunun İstanbul Belediye Başkanı olmasını istiyormusunuz?diye soruyorum.Kılıçtaroğlu SSK'yı batıran mali tablo ile ilgili bir soruya ise şu yanıtı veriyor!Daha doğrusu veremiyor.İşte yanıtı:Emekli olduğunda dokunulmazlığım yoktu yargılasalardı.
Bu sorunun cevabı bu kadar kısa ve öz değil Kılıçtaroğlu yazılı ve görsel basında show yapacağınıza lütfen daha mantıklı bir cevap verin.Bu olay basında hiç yer etmedi acaba neden?Bu olay küçümsenecek bir olaymıydı acaba?Halk nezdinde.Yoksa bak ne güzel gidiyor ayağını tökezletmiyeyimde onlarda rahat etsin bizde kaç zamandır ne yapsak herşeyimiz bir bir ortaya çıkıyor zaten diyen medya patronlarının işine mi geliyor bunları yazmamak.